Sabahın çok erken saatlerinde yuvasında tuhaf bir hisle uyandı serçe. Tam olarak uyanmak için önce kanatlarını hafifçe çırptı sonra hızla arkasındaki yavrularına döndü baktı. Yuvanın içerisinde her şey yolundaydı şimdilik. Meşe ağacı üzerine yapmış olduğu yuvasından minik kafasını çıkardı. Gözünden ensesine kadar uzanan kahverengi, kafasının üzeri gri, boğazından göğsüne kadar da siyah tüylerle kaplıydı küçücük bedeni. Kömür gibi siyah olan gagasından dışarıya doğru bir ötüş fırladı. Etrafına o güzel kahverengi gözleriyle sakince baktı. Yavaş yavaş kendine geldikçe birşeylerin ters gittiğini hissediyordu. Bir anlam veremese de minik göğsüne kocaman bir huzursuzluk yüklemişti. Neler oluyordu? Göğsünü kaplayan bu huzursuzluk da neydi?
Duymaya başladı. Çok çok derinlerden gelen sesleri duymaya başladı. İrkildi aniden. Rüzgârlar tüm sesleri sırtlamış ormanın her tarafına parça parça dağıtıyordu. Serçe tüm tüylerini yerinden sarsacak kadar derin bir korku içerisine girdi. Şaşkınlık, korku, anlayamama girdabında savruldukça savruldu. Yırtıcı bir canlı tarafından saldırıya uğramış, pençelerinden kaçamıyor gibi hissediyordu fakat görünürde bir şey yoktu. Koku… Genzini yakacak kadar keskin bir koku almaya başladı. Oysaki daha önce yuvasında uyanır uyanmaz ormandaki sayısız bitkilerin güzel kokularını alıyordu. Bu koku yerini onu gırtlağından tutan, yavaş yavaş boğmaya çalışan, görünmeyen bir varlığa dönmüştü. Bir şeyler kesinlikle ters gidiyordu ve artık buna emindi. Etrafı görmek için yuvasından aşağıya doğru rüzgârın fısıltısıyla birlikte süzüldü. Birkaç kilometre ileriye doğru kanat çırptı panik içerisinde.
Bir başka ağaca kondu ve izledi. Güzel kahverengi gözleri ile aslında aylardır başlamış hemen hemen her yeri sarmış ve belki de daha günlerce yaşanacak felaketi fark etti. Çok uzaklardan küçük gözleri ile büyük bir dehşet gördü. Kilometrelerce uzakta gökyüzünün kızıl bir renge usulca yenik düştüğünü görmek zorunda kaldı. Huzur veren, mutlu hissettiren mavi gökyüzü kızıl bir renk tarafından tutsak edilmişti. Çırpınıyor ama tüm bedenini kaplayan kızıllığa diz çöktüremiyordu mavi gökyüzü. Henüz yuvasının olduğu bölgeye ulaşmasa da yukarıya doğru baktı ve dumanlar gördü. Gökyüzünü kaplayan gri ve kara tonlarda dumanlar… Uçsuz bucaksız olan bu ormanın yuvasından çok ilerisini, kızıl bir renk; burayı da ürkütücü dumanlar kaplamıştı. Bu dumanlar ormanın tamamını kaplayacak ve tek seferde kocaman ağzını açıp tüm canlıları yutacaktı sanki. Tekrar çok uzakta olan diğer dostlarının olduğu bölgeye minik gözlerini dikti ve aşağılara doğru baktı. Hızla panik içerisinde kaçışan koalalar, kangurular, deve kuşları, lir kuşları, keseli sıçanlar, sayısız türde canlılar gördü. Tekrar uçmaya başladı serçe. Yükseldikçe yükseldi ve ormanın en uzun ağaçlarından birinin en tepesine kondu. Yeniden ileriye doğru baktı ve odaklandı. Dehşete kapıldı bu da neydi? Havalandı… Daha da ileriye doğru gitti. Kocaman alevler gördü. Büyük bir alanı kaplayan, canlılara işkence yapa yapa, adım adım yürüyen kocaman alevlerdi bunlar. Her tarafa saldırıyor, ağaçlara basıyor, canlıları ayakları altında eziyor ve öldürüyorlardı. Bu, kimsenin kolay kolay durduramayacağı, engel olamayacağı bir katliamdı.
Çığlıkları duydu serçe. Ormanı inletecek, toprağı yaracak, iyi ve duyarlı her bir insanın kalbini param parça edecek kadar acıydı bu çığlıklar. Kocaman bir orman yangını ve sayısız canlının can verdiği bir felaketti bu. Oysaki aylardır başlamıştı bu felaket; sınırları aşmış serçenin doğup büyüdüğü ve yavrularını yetiştirmeye çalıştığı alana da girmişti artık. Serçe, bu acı gerçekle henüz karşılaşmıştı. Aylardır süren bir orman yangınıydı bu Avustralya’da. Yüz binlerce canlının acı içerisinde can vereceği bir felaket olacaktı bu.
Konduğu ağaçtan hızlıca fırladı geriye doğru uçtu. Yuvasına gitmeliydi. Hemen ardından yemyeşil bir yaprak yavaşça koptu dalından. Süzülerek, oldukça yavaş bir şekilde aşağı doğru intihar edercesine bıraktı kendisini. Belki de o birazdan olacaklara şahit olmak istemiyordu. Çığlıkları duymak ve hayat bulduğu ağacındaki alevin küle dönüşmesini görmek istemiyor; canına kıyıyordu bu şekilde. Bu düşüncelerle yuvasına yetişti panik içerisinde. Henüz tüyleri bile çıkmamış kanatlanmayan yavrularını nasıl kurtaracaktı? Kendisini nasıl kurtaracaktı? Acı içerisinde yuvasında bir sağa bir sola doğru yürür gibi kanat çırpmaya başladı. Hemen ardından kocaman bir çığlık attı. Yavruları da annelerinin bu üzüntüsünü, dehşet içerisinde oluşunu fark etti ve onlar da acı çığlıklarla yuvalarında paniklediler. Ağlıyordu ağaçlar, bitkiler tüm canlılar ağlıyordu. Birçok türü yutan koca adımlı, korkunç alevler tek vücut olarak hızla ilerliyorlardı. Yuvalarına varması çok sürmeyecekti. Birkaç saate kadar onları da yutacak olan bu alev ve ardında bıraktığı korkunç kara duman, gökyüzünü ağır ağır ele geçiren kızıl renk gelmek üzereydi. İnsanlar kurtarabildikleri canlıları kurtarmaya çalışıyor hayatlarını riske atma pahasına içlerindeki merhameti, sevgiyi dışarıya salıyordu. Hatta bu felakette birçok insan da gözlerini yummuştu hayata… Evlatları tehlikedeymiş gibi alevleri aldırış etmeden ellerinin yetiştiği her canlıya ellerini uzatıp kurtaracaklardı. Ne güzel yürekli insanlardı. Geride günlerce canlıları yutan alevleri görüyor, acı içerisinde ağlıyorlardı. Çünkü bu onların bile durduramayacakları kadar büyük düşmanlardı. Başta Avustralya olmak üzere bütün dünya bu duruma ağlıyordu.
Serçe… Çaresizce yavruları ile birlikte bekliyordu. Ne yapacağını bilmeden sadece acı çığlıklar ile sesini bir yerlere birilerine duyurmaya çalışıyordu. Farklı sesler duymaya başladı. Bu daha önce de penceresine konduğu, ellerinden su içtiği, bir şeyler yediği tanıdık seslerdi. Bir anda hafifçe rahatladığını hissetti. Bu sesler ona güven veriyordu. Az önce dehşete düşüren sesler sanki yok olmuş yerine bu rahatlatan güven veren sesler gelmişti. Yuvasının bulunduğu ağaç hafifçe sallanıyordu. Geriye doğru çekildi ve kanatlarının altına aldı yavrularını. Kafasını kaldırınca kocaman gözler ve kafasında koruyucu kask bulunan bir insan gördü. Evet, bu canlıyı hemen tanıdı serçe. Çünkü ne zaman bu canlıların penceresine veya balkonuna konsa yiyecek ve su ile kendisine bir dostluk eli uzatılıyordu. İyice rahatladı. Uzaydan bile görünen bu felaketin içerisinde güvenebileceği birini gördü. Yavruları ile birlikte az önce ölmeyi düşünen bu serçe sevinç çığlıkları atmaya başladı. Ötüşündeki acı, mükemmel bir tınıya dönüştü. Şarkılar söyler gibi ötmeye başladı ve yavruları da eşlik etti. Kurtulmuşlardı. Kurtarılabilmişlerdi…
Aylardır süren bu katliamda kurtarılamayan yüz binlerce canlı olmuştu. Serçe ve yavruları kurtulabilen, kurtarılabilen sadece birkaçıydı. Yüz binlerce canlının telef olduğu kocaman bir felaketti Avustralya orman yangınları. Gördüklerimiz ve duyduklarımız bizleri dehşete düşürdü. Bu felakete duyarlı olan, yüreği sızlayan, merhamet duygusunu iliklerine kadar yaşayan tüm iyi insanlara selam olsun… İçinizdeki merhamet hiç solmasın… Bir daha böyle bir felaketin yaşanmaması umudu ile…
https://www.youtube.com/watch?v=pmGRnMUqRWA